Kur’an’a Bakış

   Merhabalar! Ali Şeriati'yi övmeye, Tanrı ve din olgusu üzerine düşüncelerimi paylaşmaya geldim. Şeriati’den birkaç sene öncesinde Dine Karşı Din kitabını okumuş ve düşüncelerine hayran kalmıştım. Zamanla bütün eserlerini okumak gibi bir niyetim var. Bu yazımda Kur'an'a Bakış adlı eserini inceleyeceğim hem kendi düşüncelerimden oluşacak bu hem de bol bol Şeriati alıntısı yapacağım. Umarım herkes bir gün Şeriati okur hele ki bu yazımdan sonra okumayı düşünecek arkadaşlarım olursa amacıma ulaşmış olurum ve bu beni çok mutlu eder :) 
   
Öncelikle din konusundaki düşüncelerimden başlamak istiyorum. Kendimi kesinlikle dindar bir insan olarak nitelendiremem en iyi inançlı bir insan olarak nitelendirebilirim. Tanrı'nın varlığına her şeyden çok inanırım. Tanrı'nın var olmadığı bir dünyada yaşıyor olma düşüncesi beni ciddi anlamda korkutur. Adaletin asla sağlanamadığı, kötü insanların kol gezdiği, türlü türlü acıların yaşandığı bu leş dünyada bu kötü insanların öylece ölüp gitmesine, yok olmasına, yaptıkları kötülükler, kıydıkları canlar için cezalandırılmayacak olması düşüncesine katlanamıyorum. Freud'un Bir Yanılsamanın Geleceği adlı kitabından düşüncelerime eş değer bir alıntı yapmak istiyorum. 
“Dünyayı yaratan ve rahim ve rahman olan bir Tanrı mevcut olsaydı, evrenin ahlaki bir düzeni bulunsaydı ve ölümden sonra yaşam gerçek olsaydı ne kadar güzel olacağını kendi kendimize söyleyip duracağız; ama bütün bunların, gerçekliğini arzulamaya mecbur olduğumuz şeyler olması çok çarpıcı bir gerçektir." 
 Dinin başlangıcı ve tarihi hakkında net bir bilgi bulunmamakla birlikte tarih boyunca din konusu hep varolagelmiştir. Kitleleri yönetmek için dinden daha etkili bir silah düşünemiyorum. Bu konu günümüzde geçerliliğini hala korumaktadır. İnsan ve toplum var oldukça din konusunun da var olacağı, kitleler üzerinde silah olarak kullanılmaya devam edeceği apaçık bir gerçektir. Bu konuda Karl Marx ve ünlü sözü akıllara gelir: 'Din, halkın afyonudur.'' Peki bizler, bir dinin mensubu olan insanlar ne yapmalıyız ? Dinin üzerimizde silah olarak kullanılmasını nasıl engelleyebiliriz? Bence buna öncelik olarak bir dine sahibiz diye ahlaka ihtiyacımız yokmuş gibi davranmaktan vazgeçerek başlayalım. Bizi iyi insan yapacak olan şey bir dine sahip olmak değildir. Kişi sırf cezalandırılma korkusu yüzünden insan kalabiliyorsa, iyi ahlaklı biri olabiliyorsa buna ne kadar gerçek iyilik diyebiliriz ? Bahsettiğim şey çıkar beklemeden saf bir iyilik hali. Bu neden mümkün olmasın ? Yine Freud'un Bir Yanılsamanın Geleceği kitabından alıntı yapmak istiyorum. 
“Eğer, komşunu öldürmemenin tek nedeni Tanrının bunu yasaklamış olması ve şimdiki veya sonraki yaşamda bu nedenle seni ağır bir biçimde cezalandıracağı korkusu ise, Tanrı diye bir şey olmadığını ve onun gazabından korkman gerekmediğini öğrendiğin zaman komşunu hiç duraksamadan öldürürsün. Ancak dünyevi yaptırımlarla bunu yapman engellenebilir. Dolayısıyla ya bu tehlikeli kitleler en ağır biçimde baskı altına alınmalı ve bir entelektüel uyanış olasılığından dikkatle uzak tutulmalı ya da uygarlık ve din arasındaki ilişki temel bir revizyondan geçmelidir.”
    Ben istiyorum ki komşumuzu öldürmememizin nedeni Tanrı, cezalandırılma korkusu, bir dinin varlığı olmasın. İçimizdeki o saf iyilik hali olsun. Böyle söyleyince kulağa ütopik bir düşünceymiş gibi geliyor değil mi ? :) 

   Şimdi mensubu olduğum din olan İslam hakkında konuşmak istiyorum. Müslüman bir toplumda ve Müslüman bir ailede dünyaya geldim. Bu yüzden İslam'ı aramak zorunda kalmadım hiçbir zaman ya da herhangi bir dini. Ancak şimdi düşünüyorum İslam dediğimiz din şu an yaşamakta olduğumuz din mi gerçekten? Müslüman olan ülkelere baktığımızda hemen hemen hepsinin korkunç bir durumda olduğunu görüyoruz. Sorun bu dinin kendisinde miydi yoksa biz bir şeyleri yanlış mı algılıyorduk? Din eğitiminin başlangıcına gidelim. Bizde din eğitimi ailede başlar. Ve genelde küçücük çocuklara öncelikle yasaklar, günahlar, azaplar anlatılır. Dini korkutarak öğretiriz küçücük beyinlere. Yapma çocuğum bak Allah kızar! Kendi çocukluğumda Tanrı'yı hep bulutların arasında bize kızgınlıkla bakan, her hareketimizi yargılamaya hazır, günahlarımızı tek tek sayan ve bize acıyan bir yaratıcı olarak hayal ederdim. Bu ne kadar sağlıklı bir bakış açısı oluyor bu durumda? Neden özgür beyinleri günahlar ve yasaklarla kısıtlıyoruz? Neden ilk öğrendikleri kavramlar her zaman günah ve cehennem oluyor? Bu bilinçle dini öğrenen bir çocuk İslam'ı ve Tanrı'yı nasıl sevebilir? Neden Tanrı'nın sonsuz merhametinden, insanlara olan sevgisinden bahsetmiyoruz. Bırakalım küçücük yaşlarda tanışmasınlar bu kavramlarla. Sevgiyi öğrensin kalpleri. Din eğitimini yanlış öğrenmeye çocuklukta başlıyor ve yetişkinliğimizde de okumayarak bunu devam ettiriyoruz. Bizler için bu kadar önemli bir konuyu es geçiyoruz. Ben hep şunu söylerim devrim yapamıyorsan devrim niteliğinde çocuk yetiştirebilirsin. Yani din konusunu çocuklukta doğru vermeye başlamalıyız. 

   Şeriati ve Kur'an konusuna gelmeden önce Kur'an'ın mealini okumayı belli bir kısma gelip bıraktığımı söylemeliyim. Bunun nedeni Kur'an'ın anlaşılmaz olduğu, insan beyninin onu algılayamayacak kadar sığ olduğu vs. görüşleri değil. İslama dair çok az şey bildiğim ve bu boşluklarla Kur'an'ı doğru yorumlayamadığım için bıraktım. Öncelik olarak İslam tarihi, İslam felsefesi, Peygamberler Tarihi gibi konularda bilgi birikimine sahip olduktan sonra o zaman Kur'an'ı okumaya ve anlamaya başlayacağım. Böylesinin benim için daha sağlıklı olacağını düşünüyorum.

Şeriati'nin İslam'a bakış açısını çok sevdim. Bu elbette her söylediğini doğru kabul edeceğim anlamına gelmiyor. Bu yolda okumaya devam edeceğim hep. Lafı daha fazla uzatmadan Ali Şeriati ve Kur'an'a Bakış adlı eserinden derlediğim alıntılara geçiyorum. Lütfen daha fazlası için Şeriati okuyalım :)
 Kur'an'ın ilk mesajı Oku'dur, İşit değil!
   Kur'an 'ın ilk emri ''Oku'' olan ve ilahının ''talim/öğretme'' ile iftihar duyduğu bir kitaptır. İnsana ''kalem'' ile öğretmek... (Alak Suresi). Üstelik kitabın, kalemin, eğitim ve öğretimin söz konusu olmadığı bedevi ve kabileci bir toplumda!

   Kur'an öyle bir kitaptır ki ''Allah'' adıyla başlar ve ''Nas- insanlar'' kelimesi ile son bulur. Semavi bir kitaptır. Ancak bugünün müslümanlarının sandığının ve gayrimüslimlerin yaptığı kıyasın aksine üzerinde durduğu konular daha çok tabiat, hayat, bilgi, bilinç, izzet, kudret, ilericilik, başarı ve cihat ile ilgilidir. Öyle bir kitap ki surelerinin yetmişten fazlası ismini insani meselelerden almıştır. Otuz sureden fazlası da adını maddi oluşumlardan almıştır. İbadetlerden adını alan sadece iki sure mevcuttur. O da hac ve namazla ilgili. 

   Kur'an insanı bilinçli kılmak, uyandırmak, kendine getirmek, kişilikli duruma getirmek, ona uyanış ve sorumluluk duygusu vermek için gelmiştir. Kur'an bunun için gelmiştir, misyonu budur. 

   Dediler ki Kur'an, “ka-re-e” (okunan) kökünden değil; ''ka-re-ne''(komşu/yoldaş) kökünden türemiştir. Amaç Kur'an'ın ''okumak'' değil; ''yanında bulundurmak'', ''kendine yapıştırmak'' anlamına geldiğini ifade etmek. 

  “Düşmanın hilesi" ve "dostun cehaleti” yüzünden bu kitabın kapağının kapatıldığı günden beri “çerçevesi/dışı” değer kazanmaya başladı; "metni" terk edildiği günden beri "cildi" kıymete bindi; anlamı "okunan" olan bu kitap, okunmamaya başlandığı günden beri kutsanmak, ondan bereket ve menfaat elde etmek için istifade edildi.

   Kur'an kulak verilmesi gereken bir kitaptır; tapılması gereken kutsal bir fetiş, bir ''şey'' değil. O, ''söz'' dür, o düşünce yüklüdür ''mana'' değil. 

   Takipçilerinin ona karşı sorumluluğu;ona tanzimde bulunmak, onu yüceltmek, öpmek, abdestsiz ellememek, güzel bir kılıfa sarmak, aynanın yanına yerleştirmek, bebeğin beşiğine, yeni eve, evin baş köşesine asmak ve... Bazı sure ve ayetlerden de nazardan korunmak, büyüleri geçersiz kılmak ve cinleri defetmek için büyülü, tılsımlı birtakım hareket ve ayinler eşliğinde okumak; muska yapıp yeni doğuran kadınların, süt veren ineklerin ve çatlak adamların yakasına takmak için istifade ettiler.

  ''Biz bu kitabı anlayamayız'' deyip Kur'an'ı bir yana bıraktılar. Dediler ki: Bu kitap çok derindir, ayetlerinin her birinde özel sırlar vardır, bu sırlar zamanla açıklık kazanacaktır, elbette bu sırların açığa çıkarılması insan tarafından olmayacaktır. İnsan anlayamaz. Öyleyse Kur'an'ı bir yana bırakalım. 

   Şeriati bu söylemlere şöyle karşılık verir: Şimdi bu çağdayız ve felsefi, sanatsal, toplumsal, edebi ve bilimsel kitaplar okuyoruz. Çabalarsak, istersek, çalışmamıza süreklilik kazandırırsak ve bu dile hep aşina olursak Kur'an'ı anlayabiliriz. 

  Son olarak Şeriati'den şöyle bir çağrı var: Herhangi bir Kur'an her zaman cebimizde olsun ve bir kitap olarak mütalaa edelim de böylece mübarek bir şey olmaktan kurtarıp kitap haline getirelim. Onun adı kitaptır ve bize de hitap etmektedir. Ben de diyorum ki hadi, Kur'an'ı kendi dilimizde okuyup anlamaya çalışalım. Arapça okuyarak öğretilerini hayatımıza nasıl dahil edeceğiz? Uyanışımız ve dini, kitleler üzerinde bir silah olmaktan çıkarmak için Türkçe okumalıyız. 
  Mustafa Kemal Atatürk'ün dediği gibi: ''Uyuyan Milletler Ya Ölür, Ya Da Köle Olarak Uyanır''. Hadi o güzel uykumuzdan uyanma vakti!
 

Yorumlar

  1. Epey nitelikli bir yazı olmuş İlgen ellerine, zihnine sağlık. Freud din konusunda genelde antitez görevi görür ancak bu kez tezini desteklemiş :)

    Hani demişsin ya islami aramak zorunda kalmadım zaten islam dinine mensup bir ailenin içinde doğdum. Bu o kadar tehlikeli bir olgudur ki ucu ot gelip ot gitmeye dayanır. Sana tebliğ edilenle yetinmek, araştırmak, sorgulamak gibi eylemlerin cenazesinin daha doğmadan kalkması demektir.

    Kuranın mealini 4 kez okudum hiç arapça olarak bitirmedim. Yabancı müzik dinlersin ritme ayak uydurursun ancak kuranı arapça okuyunca bana hiçbir şey katmadığına eminim. Okuyana, dinleyene saygım var.

    Allah da anlaşılmak ister. Eğer böyle bir ısteği olmasa ne insanı yaratırdı ne de kuranı gönderirdi.(!) Henüz cevaplanmayı bekleyen yüzlerce sorum var. O sebeple duruyor orada o ünlem. Yani demem o ki anlaşılmak isteyen Allah elbette kuantum fiziği şeklinde sunmadı kuranı, sunmaz. Bu mantığı kabul etmek mümkün değil. Ve evet Şeriati'nin dediği gibi mübarek bir kitaptan ilim kitabına revize edersek daha çok verim alınacağına eminim.

    Son olarak bir alıntı paylaşayım Thomas Paine'den: Sözcüklerin anlamının tabi olduğu kesintisiz değişim, çeviriyi gereksiz hale getirecek evrensel bir dil isteği, çevirinin doğasında olan hatalar, kâtiplerin ve yazıcıların yanlışları, kasten yapılan değişiklikler de hesaba katıldığında, hepsi birlikte insan dilinin, ister sözlü ister yazılı olsun, Tanrı'nın Sözü'nün aracı olamayacağının birer kanıtıdır.

    Yeni yazını merakla bekliyor olacağım. Verimli, istifadeli okumalar dilerim. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Senin yorumun epey nitelikli olmuş asıl canım arkadaşım çok teşekkür ederim.

      Ne kadar güzel bir benzetme yapmışsın İslam’ı hiç aramak zorunda kalmayışım ile ilgili. Tamamen katılıyorum. Bu diğer insanlar ve dinler için de geçerli bir durum.

      Arapça olarak okuma ihtiyacı gütmüyorum bende kesinlikle. Okuyana saygım sonsuz ancak Türkçesini okumayıp salt Arapça okuyorlarsa bence büyük sıkıntı doğuruyor bu. Çünkü o insan dini okuyarak değil işiterek öğreniyor.
      Allah’ın anlaşılmak istediği için bizlere Kur’an’ı gönderdiği konusunda da aynı düşüncelere sahibiz.
      Ayrıca paylaştığın alıntı çok hoşuma gitti :) Tekrar tekrar teşekkür ediyorum, düşüncelerin ve o güzel yorumun için. :)

      Sil
  2. Anlaşılmak ne güzel :) Şeriati kadar insanın gönüllerini birleştirici nitelikte yazan çok az yazar var. Yorumunuzun naifliğinden okuyucusu olduğunuz anlaşılıyor hemen. O yüce gönlünüzden kopan güzel dilekler için teşekkür ederim. Ve aleyküm selam... :))

    YanıtlaSil
  3. Arayış tesselli bulmadıkça, devam edecektir. ta ki akıl ve gönül aradığını bulana dek...

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aynen öyle :) umarım hem aklımıza hem de gönlümüze yatanı buluruz 🙏🏻

      Sil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Metanoia Üzerine

Küçük Bir Masal